Bu içerikte kullanılan ahşap ürünler, kendi ürünlerimizdir. Daha fazla bilgi için bizimle iletişime geçebilirsiniz.
Değerli okuyucularım bu yazımda lambaların ve aydınlatmanın ilham verici bir kaynağa sahip olduğunu belirteceğim. Fakat bu yazının tamamını okuduğunuzda aydınlatmadan ne kadar bahsetmeyeceğimi ve aslında olayların ne kadar aydınlatma içerisinde de yer aldığını da anlamış olacaksınız.
Bir önceki yazımda aydınlatmanın sanatsal değerlerini ön plana çıkartan kısa bir blog yazısı yazmıştım. Bu yazımda ise aydınlatmanın aslında işlevsellikten ziyade daha çok kalemin kağıdı farklı açılardan görünmesini sağlayan perspektif bir yaklaşım sergileyeceğim.
Yazar olmak çok beğenilmek veya çok popüler olmak demek değildir. Kalem, kağıt ve kitap üçlüsü aslında bize kendi fikirlerimizin beyan edilmesini açısından rahatça ve özgürce yorumlanabilmesi için fikirden fikirden dolaşılmasını sağlar. Düşüncelerimizin okunuyor olabilmesi yani en azından sayfaların çevriliyor olabilmesi aslında birilerinin bizleri anlaması için yola çıktığını gösterir. Kimileri vardır ki sadece dinler. Kimileri vardı ki sadece konuşur. Kimileri vardır ki sadece susar. Gözlerle iletişim kurmayı tercih edenlerde vardır, Kulaklarla dinlemeyi iletişim olarak sayanlarda, Tüm bunların dışında kendimizi ifade edebilmemizin aslında ”Bizi” en iyi hissettirdiği nokta, sessizce iletişim kurmaktır. Çünkü burada baskınlık kurulan nokta, içimizdeki söylenenlerin kim olduğu bilinmeden adeta ”İsimsiz yazar” vurgusuyla ön plana çıkarılmış duyguların aslında herkese ait olan parçaların temel iç güdülerine ait yakın bir duyguyla etkileşim sağlar. Öyle ki bazı insanlar vardır ki kendisi gibi değil, herkes gibi hisseder. Fakat herkes gibi değil, kendisi gibi görünür.
Kalıplar insanı sıkıştıran ve içinden çıkmaması için kilitlenen prototiplerle doludur. İnsan gözlerini kapadığında nerede olduğunu bilmeden aynı zamanda kendisini gökyüzünde hissedebilme özgürlüğüne de sahiptir. Bir adım sonrası uçurumun kenarında olduğunu hissetme korkusuna da sahiptir. Korku ve düşüncelerimizi inandığımız gibi ifade etseydik, herkesin o yönde inanmasını bekleyemezdik. Fakat bunu hissedebilmek veya bunu en iyi şekilde yansıtabilmek için, insanların bu tür düşünce yapısının içerisine yakın olmasını sağlamak gerekirdi. Bunu tabi şu şekilde ayrıştırırsak, kendimiz gibi düşünen veya bizim gibi olduğuna inandığımız insanları aynı dairede toplamaktır. İşte burada ihtiyaç duyduğumuz nesnelerden birisi Kalem, diğeri beyaz bir sayfa ve bir adet lambadır.
Kimse karanlıkta düşüncelerinin nasıl yoğrulduğunu bilmez. İspat ve inanç gerekir. Görgü ve tanık gerekir. Senin gibi inanların en az hayal ettiğin kadar gerçek kişiler olması beklenir. Burada hikayeye kattığın veya düşüncelerini pekiştirdiğin her neyse bunu kağıda dökmek için kalem ve sayfadan daha çok ışığa ihtiyaç duyduğunu bilmelisin. Karanlık sadece düşüncelerine anlam ve önem katar. Hayal etme veya gerçek ötesi sürrealist bir düşünce yapısına sahip olmanı belirler. Fakat bunu da her insan için ortak bir özellik olduğunu söylenemez. Kısaca buradan şunu çıkartmak gerekirse karanlık bir ortamda düşünülen herhangi bir şeyin kağıda yazılabilmesi için ihtiyaç duyduğumuz şeylerden biri günışığı diğeri ise aydınlatma yani lambadır.
Her ikisinin görev yeri ve konumu farklıdır. Mekan olarak insanın kendisini nerede mutlu veya tam tersi nerede üzgün ya da melankolik bir düşünce yapısının olduğu düşünüyorsa, yazdıkları da o kadar üretkenlik değerlerine sahip kelime hacimlere yakındır. Fakat burada ki önemli detay aslında kullanılan cümlelerin, hissedilen duyguların, hayal edilen gerçeklerin veya gerçeklerin hayallere dönüşmesi yine kelimelerin cümlelere olan doğurganlıklarıyla orantılıdır.
Yani kişilerin okuduklarından kendisine ne pay çıkardığı veya ne kadar ödediğidir. Eğer ki pay çıkardıysa alacaklı olur. Yani kelimelerden çıkan duyguların ön planda olmasını ve hissedilmesini sağlar. Eğer ki pay ödedi ise kendi yorumları ile neler katabileceği ve ne kadar pekiştirebileceği ön planda olur.
Şimdi ”Masadaki Lamba” buranın neresinde? Evet bu okuduklarınızda lambadan çok fazla bahsetmedik. Bir yazarın veya yazar olabilmenin düşünce kanallarının kılcal taraflarını inceledik. Kağıt ve kalemin aslında burada kanıtsal değerleri ve niteliksel özellikleri ön planda oldu. Eğer ki düşüncelerimiz karanlık içerisinde kendimizi ifade edebilecek veya kendimizi anlatabilecek değerlere sahipse, bozulmadan bunu nasıl kağıda dökebiliriz? Kalem burada mürekkebi olan bir alet veya edevat değildir. Aynı zamanda kanıt niteliğini taşıyan değerli bir nesnedir. Fakat masadaki lamba ise gördüklerine inanmak, inandıklarını hayal etmek, hayal ettiklerini gerçeklerle değiştirmek için yol gösterici ve aydınlatıcı bir unsurdur. Gördüğünüz gibi yine her zaman ki gibi aydınlatma hep geri planda kalmıştır. Ama en önemli detayda yine aydınlatmanın temellerinde saklıdır. Masadaki lamba bir şairin kalemi, bir yazarın defteri, bir sanatçının mürekkebidir.
Bir yazar defterine veya sayfasına vuracağı ilk mürekkepte ya güneşi kullanır, ya da lambaları…
Bir yazar da içeriye girerken ilk ışığı yakar. Bir şairde, sıradan bir insanda…
Diğr blog yazılarım için aydınlatma blog sayfamızı takip edebilirsiniz.